İKİ PAPATYA BİR ÇANAKKALE

Değerli okuyucu, tarihsel olaylarda bir kişinin anlattığı olay haber-i vahit (yalan haber), iki kişinin yaşadığı olay ise haber-i asil yani doğru haber niteliğindedir.

Yıl 2014 Mayıs ayı;

“Başkent Ankara’da yaşamımı sürdürmekteyim. Bir gün akşamüzeri eve geldim. Akşam televizyon izlerken Çanakkale savaşı ile ilgili bir belgesel izliyorum. İşimin yoğunluğu sebebi uyumuş kalmışım. Sabah kalkıp iş yerime gitmek üzere yola koyuldum. Yaya olarak kaldırımda yürürken telefon ile mahalleden arkadaşım Çanakkale de ikamet eden Merve ile görüştüm. Çok merak ettiğim şehir Çanakkale’ye ve arkadaş özlemini gidermek üzere ziyaretine gelmek istediğimi söyledim. Merve’de kabul etti.

Aynı hafta sonu iş yerimden izin aldım. Bir gün önceden uçak rezervasyonumu yaptırıp Çanakkale’ye hareket ettim. Çanakkale Hava Alanı’na indiğimde arkadaşım Merve ile buluştuk.

Ertesi gün akşama doğru birlikte kordona indik. İskelesinde sahilde kordondayız. Yürüye yürüye yakında bulunan Askeri Deniz Donanma Komutanlığı müzesi içindeki Çimenlik Kalesi bahçesine geldik. Hava kararıyordu. Avrupa yakasına doğru bakan banklardan birine oturduk.  Kendimizi, güneş batarken boğazın o tertemiz denizini ve dalga şırıltıları ile birlikte karşıda görülen ışıklandırılmış “Dur Yolcu” yazısına bakarken bulduk. Hava güzel, bir bahar günü akşamındayız. Çimenlik Kale’sinin adına yakışır çimen ile deniz yosun kokuları karışımı ve hafifçe esen meltem rüzgârlarını bedenimizde hissediyoruz.

Karşı kıyılarda yüz yıl önce amansızca yapılan Çanakkale savaşından bize hatıra şehitliğe baktığımı da hatırladım. O anda şehitlikleri görme isteğim içimde inanılmaz ve müthiş bir sevda olduğunun tekrar farkına vardım. Gönlümde kıpırtılar hat safhadaydı.

O gün kordondaki yürüyüşümüz ve şu an oturmakta olduğumuz kale içi huzur içindeydi ama epey kalabalıktı. Birden Merve’ye;

-“Yarın Şehitlik gezisi yapalım mı?”  dedim. Arkadaşım da kabul etti.

Ankara’da zaten Çanakkale’de Şehitlik Gezi’sine giden arkadaşlarımdan hep işitirdim. Şehitliğin manevi huzurunu, değişik ve ilginç kokusu olduğunu anlatırlardı. Sanki beni şehitliğe çeken garip bir duygu vardı. Arzum sade ve masumane bir gezi yapmak ve bu vatanı bize emanet eden binlerce şehidimize de bir iki dua etmek idi.

Ertesi sabah “Şehitlik Gezisi” için yola koyulduk. Karşı kıyıya Kilitbahir Köyü iskelesine Feribotla geçtik. Avrupa kıyılasında asfalt kenarın da kalabalığın gittiği yöne doğru yaya ilerliyoruz. Elimizde gezi programı yok.

Merve’ye bir şey söyleyemiyor ve soramıyorum. Çünkü ona şehitlik gezisine çıkalım diyen benim.  Merve de şehitliği bilmiyor. Biranda kendimizi Kilitbahir Kalesi önünde bulduk. Kale önünde “Şehitliği nasıl gezebiliriz” diye oradan geçen birkaç kişiye sorduk. Bize;

“Biraz sonra buradan geçecek köy minibüsüne binin sizi istediğiniz şehitliğe götürür.” Dedi.

Minibüsün ön camımda yazdığını okuduğumuz “Alçı Tepe Köy” minibüsüne el kaldırarak bindik. Önce köyde yolcularını indirdi. Sonra da minibüste kalan beş altı şehitlik yolcusu ile bizleri Eski Hisarlık Tepe’sindeki “Mehmetçik Abidesi” ne bıraktı.

Yaklaşık bir iki saat şehitliğin en büyük “sembolik şehit mezarlarını” gezerken dua ettik. Sonra “Meçhul Asker mezarını, Mustafa Kemal Paşa’nın “Barış mesajını okuduk ve hüzünlendik. “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar….”  “Temsili Savaş kabartma-Rölyefini, Türkiye’nin 3. Yükseklikte ki “Bayrak direği ve şanlı Türk Bayrağı’nı, 18 Mart Tören alanını platformu ile bir kitabın açık vaziyetinde mermer sütünü ve içinde Kuran-ı Kerimin Bakara suresi 164. Ayeti ile Mehmet Akif’i meşhur Çanakkale şiirinden dörtlüğü okuduk. Birlikte bol bol fotoğraf çektik, gördük ve gezdik. Dünyanın 4. Yükseklikte karşımızda duran

“Çanakkale Şehitler Abidesi” ayrı bir muhteşemdi.    Arada şehitlerimizin ruhlarına şükran ve dualar ederek içsel huzurumuzu rahatlattık. Biraz yorulduk. Sonra yaya yürüyerek Morto Koyuna indik. Öğle yemeği yedik. Gezi bizim için yeterliydi. Artık geri dönmeliydik.

Geldiğimiz geri gitmek istiyoruz. Etraf o kadar kalabalık ki “iğne atsan yere düşmez” misali. Bize;

“Bu saatte araç bulamazsınız. Park halinde olan elli altmış adet gezi otobüsü var. Hepsi aynı yöne gidiyor. Bu otobüslerden birine emaneten binin sizi gideceğiniz yere kadar bıraksınlar”  dediler.

Bizden az uzakta bir gezi otobüsü ve yanında duran bir bey, ikimizi görünce samimi bir tavırla sanki kendi yolcusuymuş gibi bize uzaktan seslendi;

-“Hanımlar. Gelin. Haydi, acele edin. Otobüs sizi bekliyor. Nerede kaldınız? Lütfen araca binin. Eceabat İskelesi’ne gidiyoruz.”

Bizi araca davet eden şahıs temiz yüzlü elinde kalınca bir not defteri, orta boylu kumral bir bey idi. Merve ve ben otobüse bindik. Otobüsün en arka beşli koltuğun bir önü olan iki kişilik koltuğa yan yana oturduk. Bindiğimizde o ana kadar hiçbir gariplik yoktu. İçeride ki yolcuların genç askerler olduğunu, ben ve Merve’den başka bayan olmadığını fark ettim. İkimizde askerlerimizin arasında yolculuk yapmaktan onur ve gurur duyduk. Öyle ya asker demek, güven, cesaret ve kahramanlık demekti. Otobüs hareket halinde yol alıyoruz. Kasetten yayınlanan ve hoparlörden şehit ve şehitlik ile ilgili bilgi veriliyordu.

Daha sonra otobüs yolculardan yol ücreti toplamaya başlandı. Ben hemen verilecek parayı elime hazırladım. Bizi otobüse davet eden bey yanımıza geldi ve ikimizden de ücret almadı.

-“Sizin paranız burada geçmez.” Dedi. Şaşırdık. İkimizde teşekkür ettik. Hemen ardından çantasından bir adet kendisine ait “ön yüzünde Türk Bayraklı bir Kişisel Tanıtım Kartını” verdi. Merve karta baktı;

-“Bu tanıtım kartı sende dursun.” Dedi.

Bende gelecek zamanlarda lazım olabilir düşüncesi ile çantama koydum.

Araç hareket halinde Kilitbahir’e yaklaşıyordu. Bir ara otobüs içinde etrafıma bakınmaya başladım. Yanımızda ve arkamızda ki askerlere baktım. İçimi bir garipliktir kapladı. Çünkü askerler birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. Hiçbir hareket yok. Askerlerin üzerlerinde,

-“Bugünkü Komando üniformalı askeri üzerlerinde savaş kıyafeti ve tüfekleri ellerinde süngü takılıydı.”

Kilitbahir Köyünü geçtik. Biz inmeliydik. Ama nedense iskele önünde inemedik.

“5 km. ileride Eceabat kasabasında iner oradan Çanakkale ye geçeriz.” dedik.

Eceabat’a ilerliyoruz. Askerlerin yüz hatları sapsarı ve gözler sabit bir noktaya bakıyorlar. Gözleri de sarı’ya çalıyordu. Ama canlıydılar. Askerlerin gözleri ile aynı noktaya ileriye doğru bakıyorlar.

Bu garip yolculuk devam ediyor. Hesabıma göre şimdiye kadar Feribot İskelesine gelmiş olmalıydık. Yan tarafımızda ikili koltukta oturan iki asker de sabit kaskatı disiplinli bir şekildeler. Bayan olduğumuz için bize  hiç bakmıyorlar. Ama hiç de kıpırdamıyorlar.

Morto Koyu ile Eceabat arası en fazla yarım saat ama biz on dakikada geldik. Ben ve arkadaşım Merve otobüs içindeki ortam nedeniyle huylanmaya ve huzursuz olmaya başladık. Kil Eceabat’ta deniz kıyısında çay bahçeleri ve lokantalar var. Hemen girişte. Araçtan inelim oradan yürüyerek iskeleye gideriz dedik. Ancak aracı kullanan otobüs şoförü direksiyonda görünmüyor. Ben şaşkınlık içindeyim;

-“Biz burada inmek istiyoruz.” Dedim.

Bizim oturduğumuz koltuğun önünde cam kenarındaki asker ayağa kalktı ve tok bir ses ile;

-“Hayır, siz burada inmeyeceksiniz” Dedi.

Bu kelimeleri söyleyen asker başından savaş yarası almış hala kan izleri vardı ve beyaz sargı beziyle kaşlarına kadar sarılı idi. Bir daha baktım kolu da sarılı idi.

Merve ye döndüm;

-“Merve bizi kaçırıyorlar” herhalde dedim ve tekrar ayağa kalkıp;

“Bizi otobüsten derhal indirin”  diyerek yüksek sesle bağırdım.

Otobüs içinde bir anda sessizlik oldu. Otobüs birden yavaşladı.

Az ilerde Eceabat iskelesinin tam önünde durdu. Hızlıca araçtan korku ve endişe ile indik. Bizi otobüse davet eden bey, araç kapısı önünde nezaketle inmemizi bekledi. Arabalı Feribot biletimizi de bir koşuda bilet gişesinden aldı ve elimize tutuşturdu. Şaşkınlık içindeydik. İkimize de asker selamı vererek otobüse bindi. Kısa süre afalladık ve hemen toparlanıp otobüse el sallayıp vedalaşmak için arkamızı döndük. Ancak yol güzergahında hiçbir vasıta yoktu?

Arabalı Feribota bindik. Her ikimize de büyük bir şaşkınlık ve ürperti geldi.

Çanakkale’ye geçtik. Çanakkale’ye giden Arabalı Vapur’da denizde seyir halindeyiz. ikimizden başka ne bir vasıta ve ne de bir insan yoktu. Sanki bu vapur sadece bizim için kalkmıştı.

Akşam üzeri Çanakkale iskelesine indik. Merve ve ben birbirimizle göz göze geldik. Bugün kü gezide neler yaşadık? Şimdiye kadar hiç sarılmadığımız gibi birbirimize sarıldık. İkimizde o anda spontane-doğaçlama şu anlamlı cümleler döküldü.

-“Şehitlere ölüler demeyiniz. Çünkü onlar diridirler”

Geziden kalan elimde sadece hatıra kalan bizimle nazikçe ilgilenen o Bey’e ait sadece “kişisel tanıtım kartı” vardı.

Nilgün D. ve Merve A.- Ankara